1909 Adana katliamına Alman görgü tanığı
Kategori: Allmänt
Peygamber'in oğulları
– Türkiye’den Görüntüler
Giriş:
20. yüzyıl beraberinde iki yıkıcı dünya savaşı ve korkunç soykırımlar getirdi. Özellikle günümüz Türkiye'sinde Ermeniler ve Asuriler gibi Hristiyan yerli gruplar, 1915'te Seyfo soykırımı ile sonuçlanan katliamlara maruz bırakıldı. Elbette siyasi olarak sorumlu olan Sultan Abdülhamit (1895, 1909) ve daha sonra aşırı milliyetçi genç Türkler diye bilinen Ittihat ve Terakki idi. Ancak katliamları ve soykırımı gerçekleştirenler komşu dağlık alanlarında yaşayan Kürtlerdi. Bunlar son yüzyıllarda oraya hayvanlarıyla göçebe olarak göç etmişlerdi ve esas olarak hayvancılık yönetimi üzerinde yaşıyorlardı.
Kürtler, Hıristiyanların mülklerini ele geçirmek için onları yok etmekle büyük istifade fırsatını gördüler. Kürtler Müslüman idi ve imamları onlara "kafirleri" öldüren adamın 72 Huri ile cennete gideceğini söylediler – yani, hem bu hayatta hem de bir sonraki de fayda-fayda durumu içindeydiler. Bu nedenle Kürtler, bazı Kürt aşiret liderleri Turabdin'in belirli bölgelerindeki “kullarını” korumasına rağmen, bir halk olarak Hıristiyan komşularını öldürmekte katıldılar. Asuriler, günümüz Kürt yöneticilerinin Türkiye, Irak ve Suriye'deki Süryani komşularını sürekli olarak nasıl kullandıklarını ve onlara ihanet ettiklerini sürekli hatırlatıyor.
İlk büyük katliamlardan biri 1894-96 yıllarında Ermeni ve Asurilere yönelik doğu ve güneydoğuda gerçekleştirmiş oldu. Kürtler katliama fiilen katıldılar. Sonra 1909 yılında Adana'da yeni bir katliam gerçekleştirildi. Bunun sebebi de Sultan Abdülhamit’in 1908 İttihatçıların inkılabından sonra tekrar iktidara gelmesi oldu. Bu arada Abdülhamit Ermenileri İttihatçılarla işbirliği ile suçladığı için öldürülmesine emir verdi. Adana’daki Asuri kesimi hiç bir şekilde bu iste suçu olmadığına dair, yaklaşık 2.000 Asuri bu katliamda hayatını kaybetmiş.
Alman mühendisler, 1900'lü yılların başlarında Berlin ve Bağdat arasındaki demiryolunun inşası üzerinde çalışıyordu. Adana'nın şehir dışındaki yeni Alman mahallesinde yaşayan bu mühendislerden birinin karısı, İsveçli seyahat yazarı Carl Ramberg'e, Kürtlerin aç kurt gibi Ermenilere nasıl saldırdığını anlattı. Tabii Ermeni kurbanları arasında önemli sayıda Asur da vardı, ancak bu yazıda bahsedilmiyor. Muhtemelen ne Alman kadın ne de Carl Ramberg, Asurilerin Adana'daki varlığını bilmiyordu. Ramberg katliamı 1910'da Alman çiftle birlikte seyahat ettiğinde ve 1912'de "Kürtler Serbest Bırakıldığında" bölümünde “Peygamber'in Oğulları” kitabında dile getirdi.
Augin Kurt Haninke
---------------------------------------------
İşte Alman çiftinin hikayesi yazar'a şu kelimelerle anlatılmıştı:
Geminin arka güvertesine geçmiştik.
Arkadaşım, İsveç’ten gezginci, ben ve genç eşiyle olan bir Alman mühendisle birlikteyiz.
Therapia, Smyrna Körfezi'nden yeni ayrılmıştı. Küçük Asya'nın dağları, arkamızda yavaş yavaş denizde kayboluyordu.
Oturduk.
Gezilerimizle ilgili anıları, bir önceki günle karşılaştırıyorduk. Kılavuzcumuz Ali'nin Eşkiyalık Öyküleri’ne ve dağlardan inecek olan Kürtlerle ilgili kehanetlerine gelmişti konuşmamız.
"Kim bile bilir ki, Ali'nin doğru söylemediğine dair" diye yanıtladı mühendis.
“Bir demiryolu çalışanı olarak, bu alanlarda uzun bir süre bulundum ve burdaki insanların halet-i ruhiyyesini iyi okumayı öğrendim. Kanım, bir fırtına kopabilir.
Dün tramvayda, kendim, demirliyen İtalyan savaş gemileri ile ilgili, çok öfkeli konuşan, iki subayın arasında geçenleri dinlerken, söyledikleri ‘Bu tehditlerine karşı, bizde Hıristiyanları kesmekle, yanıt verelim,’ oldu.”
Genç kadının yüzü bulanarak kasvete büründü. "Bir daha, bu ülkeye asla dönmek istemiyorum," dedi. “Kürtlere serbestlik tanındığı bir anda ... ben, böyle bir katliama tanık oldum. Bundan bir yıl önce, Adana'daki büyük katliamdı. O günleri asla unutmayacağım."
Anlatmasını rica ettik.
Yapılan o korkunç sahnelerin büyük vahşetini anımsadı. Sultan Abdülhamid Han'ın Villa Allatini'nin[1] duvarları ardında, bir zarara uğramazdan önce idi.[2]
***
Adana'nın hemen dışında, Alman demiryolu mühendislerine ait bir koloni ve merkezi bulunuyordu. Anadolu’nun demiryolu ağını inşa ediyorlardı. Burda bir duvarla örülü küçük evlerde kalıyorlardı. Aileleriyle birlikteydiler – geneli evli ve çocuk sahibiydi bu yabancı yerde.
Bu sıra, erkeklerin çoğu, geçici olan evlerinden, uzak bir yerde çalışıyordu.
Bir gün, sabahın erken saatleriydi, Alman kolonisinde, alışılmadık bir şeylerin döndüğü fark edildi. Yerli hizmetçilerin bir bölümü, aniden, ortalıktan kayboluyor.
Geriye yaşlı bir Arap kalmış, o da çarşıdan geri dönüyordu. Yakında bir tehlikenin yolda olduğunu, garipçe ifadelerle anlatıyordu.
Kentte, tüm dükkanlar kapanmış, Ermeni Mahallesi’nde herkes evine kapanmış. İstanbul'da bir şeyler olduğu, söylendi. Ne oldu? bilinmiyordu.
Kente yakın, binlerce Kürt dağlardan inmiş, tetikte bekliyor, söylentisi dolaşıyor. Bunun ne anlama geldiği, biliniyormuş. Erişilmez uğrak yerlerinden bu şekilde, ayrılıp gelmişlerdi. Kent üzerine bir gökgürültüsü bulutu gibi, sanki asılı duruyorlardı.
Bunun da, ne zaman infilak edeceğini, kimse kestiremiyordu, o gün böyle bir baskın ruh haleti içinde geçildi.
Karanlık bastığında, yığınlarla Ermeni; erkek, kadın ve çocuklar, Alman Mahallesi’ne dayandı. Nasıl yapılmalı? İkircikliği içinde bocalanıldı önce.
Ya bir şeyler olsa, sakıncası üzerinde duruldu. Vahşi güruhun intikam alma hırsı, ya üzerlerine gelse... Sonunda, yarı dehşet düşünlere tutulmuş zavallı sığınmacılara, kapı açma kararı, alındı.
Gece boyunca, sokaklardan korkunç çığlıkları, yüksek sesli yalvarmaları, yakarmaları duyuldu.
Az bir aradan sonra, dış kapılara çılgınca vurmalar başlıyor. Dışarda, kimlerin olduğu sınanmaya çalışıldı.
"Allah için bize yardım edin!" diye yalvarıyorlardı.
Bunlar Hıristiyanlar’dı ... evinde, sokakta ve meydanlarda doğranıyordu.
Kapılar özenle açıldı ve avluya, korkunç görüntülü bir kalabalık döküldü. Aldıkları ölümcül darbelerden, yarı ölü düşmüş yaralı yaşlı adamlar, en korkunç yöntemlerle sakatlanmış erkekler, öldürülen çocukları kollarında taşıyan kadınlardı, bunlar.
Ağlayışlar ve yakarışlar, kısa bir süre içinde, tüm alanı doldurdu. Şikayet etmeye, düşünecek vakit, yoktu.
Aceleyle avlu ve konut evleri, büyük bir tek hastahaneye dönüştürüldü. İlk yardım kutuları geldi. Kadınlar kanamayı durdurmada ve ateşli insanların dudaklarını, suyla temizlemeye yardımcı oldu.
Çok uzun ve korkunç bir geceydi.
Vahşi yığınların, her an, bu kurbanların geçici olarak buldukları bu sığınağı, gelip aramaları bekleniyordu.
Nihayet sabahladı ve gün ışığı ile birlikte birkaç saat sakin geldi. Sokaklar ıssız ve kimsesizdi, öyle sessiz ki, çok sıkıcı görünüyordu.
Şimdi de acele ile, bir Alman bayrağı dalgalandırıldı.
Koloniden birkaç adam, üst otoriteyi temsil eden Paşa’ya gitti. Ona, yabancı bir ülkenin, konuklarının ihlal edilmesinin ciddi sonuçlarının olacağı hakkında, bilgi verdi.
Paşa yanıtında, yabancı konukları korumak için, elinden geleni yapacağını, ancak kaçıp sığınan Ermenilere, yardım etmeleri halinde, sorumluluk alamıyacağını, söyledi.
Paşaya yanıtta, her sığınmacı için, alan yeterli olduğu sürece, Alman renklerinin dalgalandığı alanda, hoş karşılanacağı ve [koloniden] uzakta kalan efendilere[3] de, evlerine geri gitmeleri için bir mesajın iletildiği, verildi.
Buna ek olarak da, Alman mühendis, bir kuşatma durumunda da, içeride bulunanların buna dayanacak kadar insan ve silaha sahip olduklarını, açıkça belirtti.
Ancak her şeyden önce, üst düzey yetkiliye, Alman Mahallesi'ne bir saldırı gerçekleşse, Paşa’nın bunu kellesiyle ödeyeceğini, anımsattı.
***
Öğleden önce sokaklar yine kalabalıklarla doluştu. Kana susamış Kürtler, gecenin karanlığında ele geçiremediklerini, yeniden aramaya geldiler.
Sokaklar yine canını kurtarmaya çalışan insanlarla doldu. Cinayet silahlarının tepelerinde sallandığını görüyor, yakalandıklarında da acımasızca vurulacakları bilincindeydiler.
Duvarlarla çevrili olan Alman bölgesine doğru, saldırganların önünden kaçan yoğun bir kitle, yine geldi. Kapıların açılması artık olanaksızdı. İçeride bulunan kadın ve çocuklar, dışardaki korkunç gürültüleri duyuyordu.
Çaresiz kalmış bir bölüm sığınmacı, duvardan tırmanmayı başardı. Bazıları da parçalanarak öbür tarafta ölü yığıldı. Diğer birileri ayaklarından çekilip katillerine geri sürüklendi.
İçeride ise, birinden diğerine koşup, olanaklı olan yardımı yaralıya ulaştırma, yönelindi.
“Ayaklarımız üzerinde, nasıl kalabildik, bilmiyorum?” diye devam etti genç hanım.
“Tehlike ve yoksulluğu düşünme, aklımızdan bile geçmiyordu.
Sanki uykumuzda yürüyorduk. Robot gibi, su ve bandaj getirdik, en kötü durumda olanları sardık, yiyecek dağıttık ve ağlayan o küçük çocukları da teselli etmeye çalıştık.
Sonunda ...
Kapının ardında, varolan gürültü sustu. Yaşamda kimse bırakılmamıştı.
Ancak vahşi Kürt güruh, ordan ayrılmamış. Posta alarak mahallenin çevresindeki yüksekliklere çıkarak dolaştı.
Zaman zaman duvara doğru atılan bir fişek fısıltısı gelir. Ve bize oralardan bağırıyorlardı: ‘Hıristiyan köpekler! Geceye kadar, bizi sadece bekleyin, sıra size de gelecek. Padişah, hiç birinizin yaşamaması gerektiğini, söyledi.’
Bundan, Paşa’nın kuruntuları, ancak yararlanmış olmalı. Tehditleri sözde kaldı, müdahale için de, hiçbir girişimleri olmamış.
Bu sefer de, uzun ve korkunç bir gece oldu. Uykuyu düşünme, olanaksızdı. Hiçbirimiz, iki gün, üstünü değiştirmemişti.”
Ertesi gün, Kürtler ortalıktan kayboldu.
Tam bu sıra, başımıza gelenlerden ve çektiklerimizden habersiz olan, koloninin erkek üyeleri eve döndü.
Demir yolu hattı üzerinde çalışırken, şurdan-burdan, kaygı veren insan kanı dökülmesi ile ilgili karamsar söylentileri duyunca, olanaklarının el verdiği kadarıyla, en kısa olan bir zamanda toparlanıyor, eve geri geliyorlar.
“İnanın, bir tür görüntü, bizi karşıladı” dedi mühendis.
“Adımlarımızı, kaygılı bir yürekle, bıraktığımız bizimkiler için, hızlandırdık. Eve ulaştığımızda, tümünü yarasız-beresiz bulduk. Buna karşın, tümünü çok gergin gördük. Kadınlar, bizi görür görmez, gözyaşlarıyla boğuluverdi. Bazıları da yorgunluktan, yarı ölüler gibi, yaralılar arasında yere düşüp duygusuzca yığıldı.”
***
“Normal yaşama, yeniden geri dönme, birkaç gün aldı. Yaşamda kalan sığınmacılardan da, çok sayıda düzenli ordu birlikleri kente gelmeyene kadar, ayrılma olmadı. Ermeniler yeniden, azda olsa, kendini güvende duymaya başladı.
Umut edelim ki ileride, yeniden böylesi bir olgu olmazsın. Güven duymak, yine zor.
Türk Asya'da, kendini, kendi alan bölgesinde sanır ve orda, gereğin üstünde de, istediğini yapıyor. Bu fanatik vahşi aşiretler de burda kalıyor. Yaşam söndürme arzusu, yanlarında çok kolay alev alıyor.
Burda, güçlü bir el egemen olmayana kadar, tam ve doğru bir düzen, bu ülkede olamıyacaktır.”
Alman arkadaşım, kendi halkının zırhlı yumruğunu, kastettiğini çok iyi anladım. Ve düşüncesine karşı, gelemezdim.
Sonuçta...
Kendisi, kalkındırmanın öncülerinden biri oluyor. Tehlikeli ve zorlu olan ıssız çöl yollarından geçirilen parlak çelik tel örgülerinin örülmesiyle, iç Asya'daki varlıklı alanları deniz yollarına ulaştırma, Doğu ve Batı arasında yakınlık ve yeni bir kültür inşası ile biribirine bağlıyorlar.
Genç karısı, kuşkusuz tehlike anında da görevini yerine getirdi. O aynı zamanda, aklı-selim egemen halk, Cerman soyunun değerli bir kızı değil mi idi?
[1] Olasılıkla sultanın kaldığı İstanbul’daki Yıldız Sarayı’na gönderme yapılıyor. [J. BŞ.]
[2] 31 Mart 1909 Olayı sırasında devrilmeden önceye gönderme yapıyor. [J. BŞ.]
[3] Saldırgan Kürt güruhlarına ima yapılıyor. [J. BŞ.]
---------------------------------
İsveççeden aktaran: Augin Kurt Haninke
Düzelti ve Notlama: Jan Beṯ-Şawoce